Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın aşılması, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 27. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre; “Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur”.
TCK m.27/1 hükmünde, ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın aşılması halinin bir indirim sebebi oluşturabilmesi için fiilin taksirle işlenmesinin arandığı görülmektedir. Madde metnine göre sınır kasten aşılmışsa fail, TCK m.27/1’de tanımlı indirimden faydalanamayacaktır. Bu husus, madde gerekçesinin ikinci paragrafında; “Sınır kasten aşıldığında; örneğin, meşru savunmada bulunan kişi vaki saldırıyı defetmek için saldırganı öldürmenin şart olmadığını bile bile ve sırf tecavüze uğramış olması fırsatından yararlanarak saldırganı öldürdüğü takdirde hukuka aykırılığın kalkmayacağı ve failin bu maddedeki herhangi bir ceza indiriminden yararlanamayacağı şüphesizdir. Bu nedenle madde, sınırın kast olmaksızın aşılması halini kapsamaktadır.” şeklinde izah edilmiştir.
Gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsa idi, hukuka uygunluk nedeninin sınırı aşılmayacaktı denilebilirse, sınırın taksirle aşılması halinden söz edilir ve sadece bu durumda TCK m.27/1 hükmü uygulama alanı bulacaktır.
Burada somut olayın özelliklerine göre iki değerlendirme yapmak isabetli olacaktır. İlki; gerekli olmadığı halde fail, silahıyla ateş etmek suretiyle saldırıda bulunanı öldürebilir. Bu durumda TCK m.27/2’nin tatbiki tartışılabilecek, fakat savunmanın şartları TCK m.25/1’e uygunluk taşımadığı müddetçe TCK m.27/1 hükmü uygulama alanı bulamayacaktır. Yani fail, ya meşru savunmadan faydalanacak veya meşru savunmanın sınırını kasten aşmış sayılacaktır. İkinci olarak fail; saldırana tabancasını çekmekle birlikte, gerçekte onu korkutmak istemiş veya sadece yaralamayı hedeflemiş olabilir. Özellikle birkaç kişinin katılımı ile meydana gelen ve boğuşma niteliğini alan kavgalarda, fail ile maktul arasında yakın temas ve tabancaya her iki tarafın da müdahalesi gündeme gelebilir. Fail, kavga sırasında istemediği halde yanlış ve hayati nitelik taşıyan bölgeye ateş edebilir. Failin eline çarpmak, fail elinde silah tutarken almaya çalışmak, maktul tarafından tetiğe dokunulmak veya hareketli hedefte yanlış bölgeye atış yapmak suretiyle fiil icra edilebilir. Bu gibi hadiselerde, ortada tedbirsizlik ve dikkatsizlik sözkonusu olduğunda TCK m.27/1 ve meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaştan ileri gelmiş olduğunda da TCK m.27/2 uygulama alanı bulacaktır.
Yeni Kanun, meşru savunmada sınırın kastla aşılması halinde ceza sorumluluğunun tam olacağını (bu noktada hakim cezanın alt ve üst sınırları ile takdiri indirim nedenlerinde yetki kullanabilir) ifade etmekle aşırıya gitmiş ve bazı hallerde failin daha az cezalandırılmasının önüne geçmiştir. Oysa eski Kanun bu konuda daha adaletli bir hükme yer vermiş ve hakimi yetkilendirmiştir. Eski Kanunda; meşru savunmada saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların varlığında tartışma olmamakla birlikte, zaruretin, yani zorunluluğun gerekli kıldığı sınırın aşılması halinde faile indirilmiş ceza verileceği ifade edilmiş idi. Eski hüküm, zaruretin tayin ettiği hududun yalnızca taksirle, kastla aşılması halini de kapsamakta ve kusurun türü ile zaruretin belirlediği sınırın aşılma derecesine göre hakime takdir yetkisi vermekte idi. Yeni Kanun ise, m.27/1 ile bu yetkiyi önemli ölçüde daraltmış, yalnızca taksir derecesinde kusurla sınırlandırmış ve hakime de cezayı tayin noktasında dar bir yetki alanı bırakmıştır.
5237 sayılı TCK m.27/2’ye göre; “Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez”.
Bu düzenleme 5237 sayılı Kanunla getirilmiş olup, 765 sayılı Kanun sistematiğinde mevcut değildir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.06.1985 tarihli kararında yer alan “Öldürülende ikinci bir tabanca bulunup bulunmadığı, saldırısına devam edip edemeyeceği belli değildir. Sanığın kısa sürede cereyan eden olaylar nedeniyle paniğe kapılması doğaldır.” yorumundan hareketle, korku, heyecan veya panikle hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşıldığı değerlendirildiğinde, mülga Türk Ceza Kanunu’nda böyle bir hüküm tanımlansa idi, sanığın cezasız kalabileceği düşünülebilirdi. Ancak mülga TCK sistematiğinde meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaşla aşılması hali hüküm altına alınmadığından karar tarihinde TCK m.50 hükmünün uygulama alanı bulduğunu ve failin cezasında indirim uygulandığını söyleyebiliriz.
Düzenlemenin ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerden sadece meşru savunma için geçerli olduğunu, bu hükmün uygulanabilmesi için sınırın aşılmasının mazur görülebilecek heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerektiğini belirtelim.
Örneğin, üzerinde bomba bulunduğu tespit edilen saldırgan hızlı bir şekilde yer değiştirmekte, elleri kelepçelendiği halde bazı hareketlerle bombayı patlatma girişiminde bulunduğu inancı failde uyanmış ise, bu halde somut durumun ortaya koyduğu heyecan, korku veya telaş nedeninin varlığından bahisle failin ateşli silahla saldırganı başından vurması yasal savunma olarak kabul edilecektir.
Yine, kadınlardan ve küçük çocuklardan başka kimsenin bulunmadığı eve pencereden girip, evde bulunan kadınlarla cinsel ilişkiye girmek istediğini açıkça ortaya koyan, şahıslara saldırmaya başlayan ve tüm uğraşlara rağmen saldırılarına son vermeyen maktule karşı, eline aldığı tüfekle rastgele ateş eden failin, meşru savunmada sınırı mazur görülebilir korku, panik ve şaşkınlıkla aştığı kabul edilerek hakkında TCK m.27/2 uygulanması isabetli olacaktır[10].
Bununla birlikte bir kavgada, saldırıda bulunan elindeki satırla karşısındakine vurmaya çalıştığı sırada, yapılan bu saldırıya karşı savunmada bulunmak isteyen kişi, kendisine saldıranın ayağına ateş edeceği yerde, saldıranı balından vurursa veya bir el ateş etmek suretiyle saldırıya bertaraf edeceği halde, birden fazla ateş ederek saldırganı etkisiz duruma getirirse, bu örnekte meşru savunma halinin varlığından ve dolayısıyla 27. madde uygulamasından bahsedilemeyecek, eğer şartlar oluşmuşsa “haksız tahrik” müessesesinin varlığı gündeme gelebilecektir[11].
Meşru savunma ve meşru savunmada sınırın aşılması konusu ile ilgili açıklayıcı ifadeleri içeren, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 28.05.2013 tarihli, 2012/1-1286 E., 2013/264 K. sayılı kararına göre; “Aynı yaşta olup, aynı köyde yaşamakta olan mağdur ve sanık arasında olaydan bir yıl kadar öncesine dayanan husumetin olduğu, olay günü hayvanlarını sulamak amacıyla yoldan geçmekte olan sanığa köy kahvehanesinde oturan mağdurun ters ters baktığı, sanığın hayvanlarını suladıktan sonra dönüşü sırasında mağdurun bu kez önüne geçerek; ‘geçen sene yediğin dayaktan akıllanmadın herhalde’ dediği, sanığın üzerine saldırarak onu yere yatırdığı ve yerde üzerine çıkarak vurmaya ve boğazını sıkmaya başladığı, bu sırada mağdurun kardeşi B.’nin de mağdura yardım ederek sanığın ayaklarını tuttuğu, sanığın tüm çabasına rağmen saldırıdan kurtulmayı başaramadığı, sanığın üzerinde bulunan mağdurun, boğazını sıkmak ve vurmak suretiyle saldırısını devam ettirdiği, sanığın devam eden saldırıdan kurtulmak amacıyla köy hayatında yanında bulundurmasının mutat olduğu 8 cm. uzunluğundaki çakı bıçağını sağ cebinden tek eliyle çıkarıp açtığı ve üzerinde bulunan mağdura rastgele sallaması sonucunda mağdur B.’nin sol koltukaltı bölgesinden yaralandığı, mağdurun üzerinden kalkmasını sağlamak için sanığın çakı bıçağını bu kez mağdurun bacağına doğru salladığı, mağdurun dizinde çizik oluşturacak şekilde yaralanma meydana geldiği, sanığın bu şekilde yaralanan mağdur B.’nin altından kurtulduğu, yaralanması nedeniyle saldırısını sona erdiren mağdur B.’ye karşı sanığın engel bir neden olmamasına rağmen eylemini devam ettirmediği ve olay yerinden uzaklaştığı, mağdurun sol arka taraftaki göğüs boşluğuna nafiz ve akciğer yaralanması nedeniyle hayati tehlike geçirecek, sol diz bölgesindeki çizik şeklindeki yaralanması nedeniyle de basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı, sanığın olaydan beş gün sonra kendiliğinden gelerek teslim olmasından sonra alınan adli raporunda; boyun bölgesinde yaygın iyileşmiş sıyrık izleri, sağ kulak arkasında şişlik, sol omuzda ekomotik alanlar, bel bölgesinde iyileşmeye başlamış ekimozlar, başın arka kısmında ağrı ve hassasiyet tespit edildiği anlaşılmaktadır.
Bu şekilde meydana gelen olayda, sanığın hukuka uygunluk nedenlerinde sınırı aşıp aşmadığının belirlenebilmesi için öncelikle meşru savunma şartlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gereklidir. Mağdur B.’nin sanığı yere yatırdıktan sonra ona vurması, boğazını sıkmaya başlaması ve mağdurun kardeşi B.’nin sanığın mukavemet etmesini engelleyecek şekilde ayaklarından tutması karşısında, sanığın bu haksız saldırı nedeniyle kendisini savunma hakkı doğmuştur. Ancak sanığın cebinden çıkardığı çakı bıçağı ile kendisine saldıran mağduru yaralamaya yönelik olarak hayati bölgeleri dışında, örneğin bacaklarına doğru vurarak saldırıyı defetmesi mümkün iken mağdurun göğüs bölgesine doğru rastgele çakı bıçağını sallaması sonucu mağduru göğüs boşluğuna nafiz ve akciğer yaralanması oluşturacak şekilde yaralaması eyleminde, saldırı ve savunmaya ilişkin diğer şartların bulunduğunda şüphe bulunmamakta ise de, ‘gerçekleştirilen savunmanın, maruz kalınan tecavüzü defedecek ölçüde olması’, yani ‘saldırı ile savunma arasında oran bulunması’ şartı gerçekleşmediğinden, meşru savunmanın şartlarının oluştuğundan söz edilemez. Başka bir anlatımla, savunma ile saldırı arasındaki denge savunma lehine bozulmuş, dolayısıyla da ölçülülük ya da orantılılık ilkesi ihlal edilmiştir.
Savunmanın, meşru savunma şartlarında başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilemeyeceğine göre bu durumda, TCK’nın 27. maddesinde düzenlenen ‘sınırın aşılması’ halinin sözkonusu olup olamayacağının değerlendirilmesi gerekmektedir. Sanığın, mağdurun göğüs bölgesine doğru çakı bıçağını rastgele salladığı ve sınırın kastla aşıldığı sabit olduğuna göre, maddenin 1. fıkrasının olayda uygulanma şartlarının bulunmadığı açıktır.
Kanun koyucu tarafından sadece meşru savunmaya ilişkin olarak kabul edilen ve anılan maddenin 2. fıkrasında düzenlenen mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelen nedenlerle sınırın aşılmasının olayda uygulanmasının sözkonusu olup olamayacağına gelince; sanığın aralarında geçmişe dayalı husumet bulunan mağdurun kendisine saldırarak yere yatırması, vurmaya ve boğazını sıkmaya başlaması, mağdurun kardeşi B.’nin de ayaklarından tutması nedeniyle tüm çabasına rağmen ellerinden kurtulamaması gözönüne alındığında, meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş ile aşıldığının kabulü zorunludur. Sanığın, maruz kaldığı saldırının etkisiyle içine düştüğü psikolojik hal nedeniyle heyecanlanması, paniğe kapılması ve hatta korkması, bunun sonucunda da meşru savunma sınırını aşması hayatın olağan akışında beklenebilecek bir durum olup, somut olayda TCK’nın 27. maddesinin 2. fıkrasının uygulanma şartları gerçekleşmiştir”.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına konu olayda; öncelikle meşru savunma şartlarının oluşup oluşmadığına bakılmış, meşru savunmada sınırın aşıldığı kanaatine varıldığı durumda sınırın kasten mi taksirle mi aşıldığı değerlendirilmiş, sınırın kasten aşıldığı anlaşıldığında ise bu kez, sınırın heyecan, korku ve telaş ile aşılıp aşılmadığı değerlendirilmiştir. Netice itibariyle kararda; meşru savunmada sınırın karar merciinin mazur görebileceği, yani haklı mazeretin varlığını kabul edebileceği bir heyecan, korku veya telaşla aşıldığı yönünde kanaate varması halinde, TCK m.27/2 hükmünün uygulanması gerektiği ifade edilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun TCK m.27/2 şartlarının oluşmadığı kanaatine vardığı durumda, bu kez haksız tahrik müessesesinin somut olaya uygulanma ihtimaline bakacağı açıktır.
Kastın aşılması suretiyle işlenen suçlarda haksız tahrik hükümlerinin uygulanamayacağına ilişkin bir düzenleme Yasada bulunmadığından, hukuka aykırı her türlü davranışın, haksız fiil niteliği taşıyacağı ve haksız fiilde bulunan şahsa karşı yapılan eylemlerin TCK m.29 uyarınca indirime tabi tutulacağı söylenebilir[12].
5237 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından verilen 05.10.2010 tarihli ve 2010/1-170 E., 2010/182 K. sayılı karara göre; “Somut olayda; maktul ve mağdurlar öncelikle E.’nin vücut bütünlüğüne yönelik bir saldırıda bulunmuşlar, E.’nin bağırarak yardım istemesi nedeniyle sanık F.’nin olay yerine gelmesi üzerine de, bu saldırıyı F.’ye yöneltmişlerdir. Sanık F.’ye yönelik saldırı, maktul tarafından bıçakla, mağdurlar tarafından ise taşlar ve mermer parçaları ile yapılmıştır. Burada maktul ile mağdurlardan gelen ve sanığın yaşam hakkına veya en azından vücut dokunulmazlığına yönelen haksız bir saldırı bulunmakta ve devam etmekte ise de; sanık F.’nin girdiği mücadele sonunda A.’nın elindeki bıçağı almasının ardından, maktul ve mağdurların saldırıları durmuş, fakat sanık olaydan kaynaklanmış bile olsa arkadaşının yaralanmasından duyduğu üzüntünün ve kendisine karşı yapılmış ve bitmiş olan saldırının kızgınlığı ile maktul ile mağdurları bıçakla yaralamış, eline geçirdiği bıçakla maktulün önce sağ karın kısmına vurarak karaciğer sağ alt lobunu, bununla da yetinmeyerek bıçağı yukarı doğru hareket ettirerek sağ diyaframayı parçalayarak, ölüme neden olmuştur. Bu şekilde gerçekleşen olayda üzüntü ve kızgınlığın etkili olduğu, dolayısıyla, ağır düzeydeki haksız tahrik altında işlenmiş kasten öldürme ve kasten yaralama suçlarından bahsedilebilirse de, mazur görülebilecek bir korku, panik ya da heyecanın tesirinden söz edilemeyeceğinden, 5237 sayılı TCK’nın 27. maddesinin 2. fıkrasının uygulanma koşullarının oluştuğu söylenemez”.